Müzik Öğretiminde Kullanılan Dört Ana Yaklaşım (Kodaly, Dalcroze, Orf, Suzuki)

Müzik Öğretiminde Kullanılan Dört Ana Yaklaşım (Kodaly, Dalcroze, Orf, Suzuki)

DALCROZE YAKLAŞIMI

 

 

TARİHÇESİ

            Emilé Jaques Dalcroze (1865–1950), hareket yoluyla müziği öğrenme ve yaşama yöntemi olan “Eurhythmics” metodunu geliştiren İsveçli müzisyen ve müzik eğitimcisidir. Dalcroze metodu, hareket yoluyla müzikal kavramları öğretme yöntemidir. Müzikal anlamda kendini ifade edebilmek için, müzikal kavramların yerine konulan bir dizi hareket benzeşimleri kullanılır. Dalcroze’a göre sağlam ve canlı bir müzikal temel oluşturmanın en iyi yolu, insan bedenini çok iyi akortlanmış bir müzik aletine dönüştürmektir.

            Metodun birbirine eşit öneme sahip üç temel öğesi vardır: Eurhythmics, kulak eğitimi-solfej ve doğaçlama. Dalcroze’a göre bu üç öğe birlikte ele alındığında, bir müzisyen için eksiksiz müzik eğitimini oluştururlar. İdeal bir yaklaşımda, her bir öğeden alınan etmenler birlikte harmanlanarak yaratıcılık ve hareketten köklerini alan bir eğitim deneyimi meydana getirirler.

            Dalcroze kariyerine eğitimci olarak armoni ve solfej dersleri verdiği Cenevre Konservatuarında başladı. Büyük etkiler yaratan devrim niteliğindeki eğitsel fikirlerinin çoğunu buradaki solfej derslerinde sınadı. 1906 yılında metodunun halka açık gösterimlerine başladı ve 1910’da Alman sanayici Wolf Dohrn’un yardımıyla, Dresden’in dışındaki Hellerau bölgesinde kendi yöntemini uygulayacağı bir okul kurdu. 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla okul kapandı. Dalcroze tekrar Cenevre’ye döndü ve burada ancak çok kısıtlı olanaklara sahip olan küçük bir merkez açtı. Dalcroze 1920’lerde Paris’e gitti ve burada, aralarında Ysaye, Millhaud ve Les Six’in de olduğu, dönemin birçok ünlü müzisyeniyle işbirliği yaptı. Ancak, kendi çalışmalarının temelini oluşturan eğitsel fikirlere karşı çok az ilgiyle karşılaştı. Sonuç olarak Cenevre’ye geri döndü ve yaşamının geri kalanını metodunu yaymaya ve Dalcroze öğretmenleri yetiştirmeye adadı. Bugün, Dalcroze metodu neredeyse tüm Avrupa, Amerika ve Avustralya’da kullanılan müzik öğretim yöntemlerinden birisidir. Japonya, Çin, Tayvan ve Kore’de de yönteme karşı giderek artan bir ilgi vardır. Eğitim merkezlerinde usta öğretmenler tarafından Dalcroze öğretmenleri yetiştirilmektedir. Cenevre’deki Dalcroze Müzik Öğretimi Merkezi hala merkez büro konumundadır ve Dalcroze öğretmenlerini yetiştirmek isteyen usta öğretmenlere burada diploma verilmektedir. Dalcroze öğretmeni olmak, aşırı yoğun bir eğitim sürecini ve ileri düzeyde pek çok beceriyi gerektirdiğinden dolayı, oldukça güçtür ve sertifikalı öğretmen sayısı hep sınırlı kalmıştır; ancak, bu az sayıdaki öğretmenin müzik eğitimi üzerindeki etkileri çok büyük olmuştur. Dalcroze öğretmenleri özellikle Amerika’daki müzik eğitiminde, saygı duyulan bir gücü temsil ederler. Bunun nedeni sadece müzik öğretmedeki becerileri değil, aynı zamanda diğer öğretmenlere önerilerde bulunmak ve yol göstermek için toplantılar düzenlemeleri, ders araçları hazırlamaları ve yayınlamaları, artistik çerçevede işbirliği yapmalarıdır.

 

FELSEFESİ

            “Bedenin, sesle düşünce arasıda köprü olduğu ve duygularımızı dolandırmadan ifade etmemize yarayan bir enstrümana dönüştüğü müzik eğitim biçiminin hayalini kuruyorum.”  Bedenin, ruhun ve aklın hareketleri: Jaques Dalcroze’un temel hedefi tüm bu hareketleri sırasıyla ve aralarında giderek artan bir etkileşimle eğitmekti. Dalcrozun ifadesiyle, yönteminin gelişimi, şiddetli ritim sorunları olan bir öğrencisi düzgün ve kesintisiz adımlarla sınıfı terk ettiğinde başladı. Eğer öğrencilerin devinim duygusunu harekete geçirerek kullanabilirse, müzik yaratımında kullanmaları gereken doğal ritim duygularını da engellerden kurtarıp açığa çıkarabileceği varsayımını öne sürdü. Uzun soluklu deneyleri bunu kanıtladı ve artık Dalcroze dersleri öğrenciler dans sahnesinde çıplak ayaklarla salınıp dans ederken yapılmaya başlandı. Jaques Dalcroze metodunu asla katı bir biçimde ortaya koymadı; bu anlamda da onun metodu bir yöntemden çok bir felsefedir. Onun geliştirmiş olduğu şey bir öğretme ve öğrenme yoludur. Hem öğretmen hem de öğrenci açısından eğitsel süreç içerisindeki bir dizi beceri, strateji ve ilkeyi ifade eder. Dalcroze çalışmalarına yaklaşık bir asır önce başlamışsa da onun yöntemi ne çok eski ne de çok yenidir. Onun eğitim felsefesi –ki bu felsefe doğal ve hümanist bir yaklaşımı, öğrenci merkezli bir ders izlencesini, deneyim ve buluş yoluyla bilgi edinmeyi ve bilinenden bilinmeyene doğru giden bir süreci kapsar.

 

METOD

            Tüm müzik öğretim yöntemleri içinde Dalcroze yaklaşımı belki de tanımlaması en zor olanıdır. Bunun nedeni, yöntemin belli kitaplarda, şarkılarda ya da diğer müzik öğretim araçlarında doğrudan yer almaması, bunun da ötesinde birebir öğretmenle ilişkili olmasından kaynaklanır. Genelde öğretmenler ilgileri, becerileri ve öğretim teknikleri açısından birbirlerine göre farklılıklar gösterirken, Dalcroze yaklaşımını benimsemiş olanlar arasındaki özel alanlar, ilkeler ve stratejiler ortak bir düşünce yapısını ortaya koyar  Dalcroze'un müzikle hareket tarzı, “dans” olarak adlandırılmıştır. Bu hata piyano müziği ile hareket eden genç dansçıların görüntülerinden türetilmiş bir önyargıdır. Dalcroze yaklaşımının üç yönü vardır: “Eurhythmics” (müzikle hareket), kulak eğitimi (solfej ve ritmik solfej) ve doğaçlama. Bu üç dalda başarıyı getiren temel özellikler Campbell tarafından “yaratıcılık, dinleyebilme yeteneği ve müzikal etkiye anında tepki verebilmek” olarak açıklanmıştır.

 

DALCROZE METODUNDA ÜÇ TEMEL AŞAMA

  1. EURHYTMİCS

            Bu terim Dalcroze tarafından ortaya atılmıştır ve günümüzde çoğunlukla yaklaşımın bütününü anlatmak için kullanılsa da, aslında yaklaşımı oluşturan üç temel ilkeden sadece bir tanesini ifade eder. Chosky’e göre, “Dalcroze Eurhythmics” müzikteki temel öğenin ritim olduğuna ve bütün müzikal ritimlerin de insan vücudunun doğal ritimlerinde bulunduğu varsayımına dayanan bir müzik eğitimi yaklaşımıdır. Fiziksel hareketler ve müzikal ritimler öğrencilerin performanslarını ve müzikal değerleri algılayışlarını güçlendirmek için kullanılır. Dalcroze derslerinin ilk aşamasında orkestra şeflerinin el hareketlerini kullanmış, bir sonraki aşamada ise iki vuruşluktan on iki vuruşluk ölçüye kadar olan usulleri içeren el hareketlerini geliştirmiştir. Vücut ve bacak hareketlerini de, çeşitli nota değerlerine karşılık olacak şekilde bölmüştür. Campbell, Dalcroze'un müzikle hareket yöntemi geliştikçe, öğrencilerin en küçük uzunluk, zaman, yoğunluk ve yapısal ifade farklarını anlayabilecek kas ve sinir sistemi yetenekleri sergilediklerini dile getirmiştir.

 

            Öğrenilen müzikal hareketleri en iyi şekilde uygulayabilmek için, karışık eklem hareketleri repertuarı gereklidir. Çocukların müzikal hareketleri çok çeşitli olabilir. Bunlar, el, kol, baş, omuz ve vücudun birçok bölümünün birleşiminden oluşabilir. Çocukların hareketleri kişisel ve ani tepkilerden oluşur. Çocuklar tempo, ritim ve müzik ölçüsünü bedenleriyle işledikçe, müzikteki değişikliklere (ölçü, ritim, dinamikler veya uzunluk) aniden uyum sağlamayı öğrenirler ve ilerleme kaydederler.

 

  1. KULAK EĞİTİMİ (SOLFEJ VE RİTMİK SOLFEJ)

            Dalcroze solfej eğitimi, Eurhythmics ile bağlantısı anlamında benzeri olmayan bir çalışmadır; ses aralıklarının birbiriyle olan ilişkisini ortaya koymak için insan sesini kullanır ve bu deneyimi müzik teorisi ve notasyonuyla birleştirir. Campbell bu süreci şöyle açıklar: Çocuklar; tonlar ve yarım tonlar ile bunların şarkılarla ve gamlarla olan ilişkilerini anlamaya yönlendirilirler. Dalcroze metodunu uygulayan birçok öğretmen "sabit do" (fixed do) sistemini destekler. Bu sistemde do bağımsız olarak başlangıç notasıdır. Dalcroze, do duygusunun kulak, kaslar ve zihinde yerleşince, çocukların "sabit perde" (absolute pitch) hissini geliştireceğini desteklemiştir. Her gama denk düşen ton ve yarım tonların fark edilmesiyle, gamların birbirleriyle olan ilişkilerinin kolayca anlaşılabileceğini savunmuştur. Dalcroze yaklaşımıyla şarkı söyleme el hareketleriyle tamamlanır. Bu el hareketleri, boşlukta perde pozisyonunu veya parmakların kolun üzerinde, bir klavye üstündeymiş gibi bir duruşu temsil eder. Çocuklar armonik değişikliğe duyarak ve hareket ederek tepki vermeye yönelirler; tonik (anahtar nota) için merkeze, dominant (gamın beşinci derecesi) için sağa ve subdominant (dominant altı) akorlar için sola dönerler.

 

  1. DOĞAÇLAMA

            Dalcroze, yönteminin üçüncü aşaması olan doğaçlama, çocukları hareket, ritmik ve enstrümantal söylem yoluyla ifade özgürlüğüne davet eder. Önce öğretmenlerinin melodi, ritim ve hareketlerini izleyip taklit eden çocuklar daha sonra kendi kendilerine seçecekleri bir hareket ve müzikal düşünce repertuarı oluştururlar. Bu metot, müziği öğrencilere derinlemesine aktaran bir teknik bütünlüğe sahiptir. Bunun nedeni, hareketin müzikal tepkinin önemli bir parçası olarak bilinmesidir.

 

            Dalcroze yönteminin bütününü oluşturan bu temel aşamalar birbirinden bağımsız değildir; aksine birbirleriyle iç içe geçmişlerdir ve kesiştikleri noktalar anlamında birbirlerini kapsarlar. Monica Dale (1998) bu durumu şöyle örneklendirir: Melodik bir söz öbeği karşısında doğaçlama hareketler geliştirmek Eurhythmics dersinde; insan sesiyle doğaçlama bir melodi verirken ritmik bir söz öbeğini kullanmak solfej dersinde; verilen bir melodi üzerine ritmik ve armonik varyasyonlar oluşturmak doğaçlama dersinde gözlemlenebilir. Tüm bu etkinlikler metodun tüm aşamalarıyla ilişkilidir. Solfej ve doğaçlama dersi için farklı bir ders saati ayrılamadığı zamanlarda, Eurhythmics dersi daha geniş içerikli, daha fazla alanı kapsayan bir yapıya dönüşür. Müziğin hiçbir alt dalı küçümsenmediği için, Dalcroze yaklaşımı müzikte bütünsel bir eğitimi hedefler –kulak eğitimi, şarkı söyleme, çalgı çalma, teori ve usta müzisyenlik.

 

DALCROZE METODUNDA ÜÇ TEMEL EĞİTSEL İLKE

  1. DİNLEME OLMAKSIZIN MÜZİK EĞİTİMİ GERÇEKLEŞEMEZ

            Jaques Dalcroze kağıt üzerinde, insanın sadece gözlerini ve zihnini kullanarak öğretilen, fakat aslında öğrencilerin üzerinde çalışmakta oldukları sesler hakkında hiçbir fikrinin olmadığı bir teorik eğitimi anlayamıyordu. Müziği, teori derslerine sesleri kullanarak taşıyan Dalcroze öğrencilerin eğitsel sürecin bütününde müzikle etkileşim içerisinde olmasının yöntemlerini ortaya koydu.

 

  1. TEORİ PRATİKTEN SONRA GELİR

            Müziği deneyim olarak yaşamak ve uygulamak onun soyut sunumundan ve çözümlemesinden önce gelir. “İyi bir Eurhythmics öğretmeni müzikal bir düşünceyi ilk kez sunduğunda, bunu asla notalarla dile getirmez ya da sözel olarak açıklamaya çalışmaz. Bunun yerine öğrenciler yeni bilgiyi, bilinenden bilinmeyene doğru sıralanmış alıştırmalarla, duyarak ve uygulayarak edinmiş oldukları beceriden yeni bir kavrama doğru giden yolda, bütünsellik içerisinde öğrenirler” Sadece ve sadece bu aşamadan sonra öğretmen öğrencilerin edinmiş oldukları yeni şeyleri notasyon, teori ve müzikal çözümleme ile ilişkilendirir.

 

  1. EĞİTSEL SÜREÇTE DOĞAÇLAMA AŞAMASI KAÇINILMAZDIR

            Eğitsel bir ilke olan doğaçlama üç düzeyde gerçekleşir. Birincisi, öğretmen sınıfa müziği piyanoda yaptığı doğaçlamalarla sunar. Becerikli bir Dalcroze uygulayıcısı için doğaçlama, metot üzerine edinilmiş olan bireysel deneyimlerin yeniden ifade edilmesidir. Süreç içerisinde bu durum, söz konusu deneyimleri öğrencilere aktarma haline dönüşür. Piyano, sınıftaki dinleme etkinliğinin en temel aracıdır ve öğrenci etkinliği için itici güç görevini görür. İkincisi, öğrenciler doğaçlamayı devinim, şarkı ve çalgı yardımıyla yaparlar. Herhangi bir derste olduğu gibi, ezberlenmiş bilgiyi tekrar etmektense yeni kavramları anlamaya çalışmak, iyi bir algılama yeteneğinin göstergesidir. Doğaçlama süreci bu anlamda algılamayı da geliştirir. Buna ek olarak, doğaçlama etkinliğini gözlemleyen bir öğretmen, öğrencilerinin neyi kavradığını ya da hangi konunun üzerinde durulması gerektiğini de açıkça görebilir. Üçüncü düzey, öğretmenin de doğaçlamayı eğitsel amaçlarla kullanmasıdır. Eksiksiz bir Dalcroze eğitiminin sonucu olarak, öğretmen metodun felsefi boyutlarını somutlaştırır. Bu durum sınıfta benzersiz bir esneklik sağlar. Öğrencilerin bir doğaçlama alıştırmasını yapamadıkları durumlarda öğretmen yerinde sabitlenip kalmaz; aksine eksik olanı bulup geliştirmeye çalışır, derste değişiklikler yapar, hatta o anda duruma uygun yeni alıştırmalar yaratır. Sonuç olarak, bu metodun işlerliğini sağlama görevi büyük ölçüde öğretmene bağlıdır. Dalcroze uygulayıcısı olabilmek için gereken uzun, yoğun ve ağır eğitim sürecinin amacı metodun her aşamasını mükemmel biçimde uygulayabilecek değerli öğretmenler yetiştirmektir.

 

SUZUKİ YAKLAŞIMI

 

 

TARİHÇESİ

            Müzik eğitiminde Suzuki Metodu, Japon kemancı, pedagog ve eğitimci Dr. Shinichi Suzuki’nin felsefesi ve öğretim metotları üzerine kurulmuştur. Dr. Suzuki müziğin çocukların yaşamlarını zenginleştirme konusundaki büyük potansiyeline inanmıştır ve çocukların, yeteneklerinin en üst seviyesinde müzikle uğraşmalarını sağlayacak bir müzik eğitimi yöntemi geliştirmiştir. Bu yöntemde Dr. Suzuki’nin çocukların anadillerini öğrenmedeki rahatlık ve kolaylıkları konusundaki gözlemlerinden yola çıkılmıştır. Dil gelişiminin temel kurallarını incelemiş ve “ana dil yaklaşımı” olarak adlandırılan müzik eğitimi sistemine uyarlamıştır. Çok geçmeden bu yöntemleri uygulayarak müzik eğitimi vermeye başlamış ve Japonya Matsumoto’da bir müzik enstitüsü kurmuştur. Enstitü kurulmadan önce, 1964 yılında, müzisyenlerden oluşan ilk grubunu müzik yapmak üzere Amerika Birleşik devletlerine götürmüştür. Bu genç öğrencilerin çaba gerektiren bu solo repertuardaki müzisyenlikleri ve güvenleri onları dinleyenleri hayran bırakmıştır.  “Yetenek Eğitimi Müzik Okulu” olarak adlandırılan enstitü ise 1974 yılında kurulmuştur. Suzuki bu okulda yeni programlar geliştirmenin yanı sıra öğretmen yetiştirme programı da geliştirmiştir. Yirmi sene yöneticiliğini yaptığı bu okuldan 180’den fazla öğretmen mezun olmuştur. Bugün bu öğretmenlerin pek çoğu Yetenek Eğitimi Araştırma Enstitüsü’nün üyesi olarak Japonya’da öğretmenlik yapmaktadır. Öğretmenlik programından mezun olan 200’den fazla yabancı öğretmen ise dünyanın dört bir tarafında Suzuki okulunun liderleri olmuşlardır.  Günümüzde 40 ülkede, 250.000’in üzerinde öğrencisi olan 8.000’den fazla Suzuki öğretmeni vardır.

 

 

FELSEFESİ

            “İyi ve saf bir kalbi olanlar mutluluğu bulur.” Suzuki’nin amacı müzisyen yaratmak değildi. Dünyada, çalışmalarına Suzuki metodunu kullanarak başlayan profesyonel müzisyenlerin sayısındaki artış, Suzuki yaklaşımının amacı değil, bir kazanımıydı. Suzuki’ye göre müzik çalışmanın faydası, insanı daha zengin bir yaşama taşıyacak olan, çevresine duyarlılık ve çevresini anlamadaki artıştı.  “Yetenek doğumla gelen rastlantısal bir durum değildir.” Suzuki ayrıca uygun eğitim ve uygun öğrenme ortamı sağlandığında herkesin “doğal yetenek”, kendisinin ise “beceri” dediği şeyi bütün çocukların edinebileceklerine inanıyordu. Kendisi de kemancı olan Suzuki, eğitsel teorilerini müziğe uyguladı. Keman eğitimi vermeye başladı ve sonunda Japonya’da “Yetenek Eğitimi Enstitüsü”nü kurdu.

 

METOD

            Suzuki metodunu geleneksel müzik öğretiminden ayıran birçok temel ilke vardır. Bu ilkelerin hiçbiri tek başına ele alındığında yeni şeyler değildir; yaklaşımın bütünü Suzuki metodunu diğerlerinden ayıran şeyi ortaya çıkarır:

 

ERKEN BAŞLAMAK:

            Suzuki Metoduna başlamak için hiçbir zaman geç olmasa da ideal olanı derslere beş yaşından önce başlamaktır. Çocuklar erken yaşlarında, aynı anda çok fazla alanda gelişim gösterirler ve bu yüzden Suzuki bu dönemin göz ardı edilmemesi gerektiğine inanmıştır. Çocukların sevgiyle ve özenle işlenmesi gerektiğini düşünmüştür.

 

GÖREREK ÖĞRENME:

            Öğrenciler öğrenme süreci içerisindeki diğer öğrencileri gözlemlemek için derse gelirler. Başlangıç seviyesindeki bir öğrenci kendi kendine çalmaya başlamadan önce, bir yıla kadar diğer öğrencileri gözlemleyebilir. Bu, öğrencileri başlangıçtan itibaren toplum karşısında çalmaya alıştırdığı gibi, diğerlerinin yeteneklerine erişmeyi amaç edinme konusunda da yüreklendirir.

 

DİNLEME:

            Öğrenciler bir eseri çalmayı öğrenmeden önce onu dinlerler. Suzuki, çocukların yıllar boyu bir anadili konuşmayı öğrendikten sonra kitaplarla yüz yüze geldiğini, bu yüzden yeterli süre enstrüman çaldıktan sonra çocuklara yazılı müziğin sunulması gerektiğini söylemiştir. Hiç kimse bir bebeğe harflerle ya da yazılı kelimelerle konuşma öğretmez. Doğal sıralama çocuğa önce konuşmayı, ardından harfleri ve okumayı öğretmektir. Aynı şekilde, okul öncesi çocuklara müzik eğitimi verirken yazılı müziği kullanmayız, aksine onlara dinleterek yeni şarkılar öğretir ve nasıl oynanacağını gösteririz. Bu durum, çocuklarda etkin bir duyarlılıkla çalmayı sağlayacak olan, ses perdesi ve vurgu anlamında son derece gelişmiş bir kulağa sahip olmanın kapılarını açar. Müzik işitsel bir sanattır [ve] işitsel olarak değerlendirdiğimiz bir şey olduğu için işitsel bir zeminde öğretilmesi önemlidir. Gözlerinizi kullandığınızda kulaklarınız daha az dikkatli ve özenlidir. Eğer karanlıkta bir enstrüman çalarsanız, müzikal iniş çıkışları, vurguları ve nüansları daha iyi fark edersiniz. Nota okurken enstrüman çalmak öğrencilerin işitsel duyarlılığını azaltır ve tıpkı bir daktilocu gibi, kendi çaldıklarını dinlememe eğilimi başlar. Çocuğun kendi sesini dinleyip bir yargıya varabilmesi, forte ve piano kavramlarını anlamlandırabilmesi, iyi bir tempo ve ritim duygusuna sahip olabilmesi için çocuğun kulağını geliştirmek daha önemlidir. Müzik öğretiminin amacı bir eserin notasından çok seslendirilmesine önem veren öğrenciler yetiştirmektir. Bu şekilde çocuk kendi çıkardığı sesleri ve müziği ifade edişini dinleyerek, müzikal bir biçimde çalmaya başlayacaktır. Suzuki’ye göre müzikal ahengin ayırdına varmaya ilişkin güçler gelişirse, çocuk bir eserin notasını kullandığı zaman, onu gerçek müzik üretmek amacıyla kullanacaktır. Suzuki, ilk kez görülen bir eserin notasını okumanın da gerekli olabileceğini söyler. Ancak bu, çocuğun yukarıda anlatılan temel yeteneği geliştikten sonra yer alır. Eğer öğrenciler iyi bir müzikal anlayışa ve duyarlılığa sahip olurlarsa, eserlerin notalarındaki gerçek müziği yakalayabilirler ve Suzuki’ye göre müziksel okumanın doğru anlamı da budur.

 

MÜKEMMEL HÂKİMİYET:

            Suzuki Metodunun öğrencileri, bir esere işitsel olarak hâkim olduktan çok sonra onu notalarıyla öğrenmeye başlar. Öğrencilere, uygun teknik ve müzikalite üzerine çalışmanın başlangıç noktası olarak değerlendirilen “ezberden (kulaktan) çalma” öğretilir Müzikalite eğitimi Suzuki metodunun temelini oluşturan unsurlardandır. Müzikalite eğitiminde “tonalizasyon” kelimesi Suzuki’nin ortaya attığı bir kelimedir; bu kelime ses eğitimindeki “vokalizasyon” kelimesinin keman eğitimindeki karşılığıdır. Çocuk tonalizasyon çalışmaları sonucunda her eseri şarkı söyler gibi ve legato tekniği ile güzel bir ton ve müzikal bir ifade ile çalabilecektir. Suzuki’ye göre iyi bir ton müziğin yaşayan ruhudur. Çocuğun kulağı çok iyi eğitildiği zaman güzel bir tonun ne olduğunu ayırt edebilecektir. Çocuğa kitaplarda yer alan eserleri tekrar tekrar dinletme yoluyla, nasıl güzel bir ton ve müzikal ifadeyle çalınacağı kolayca öğretilebilecektir. İşte bu nedenle, Suzuki metodunda, çocukların dinledikleri ve öğretmenleri ile beraber çalıştıkları eserleri derslerde ezbere çalmaları beklenmektedir. Ezbere çalma ile çocuk eserlere daha iyi yoğunlaşabilecek ve mükemmel bir müzikalite ile çalabileceklerdir. Suzuki’ye göre ezberleme anadili yaklaşımında doğal bir süreçtir. Çocuklar önceden çaldıkları eserleri yeniden gözden geçirmeleri için teşvik edilirler. Bu gözden geçirme sürecinde yeni teknik beceriler üzerinde çalışabilir ya da sadece daha önce edinmiş oldukları becerileri sağlamlaştırıp güçlendirebilirler.

 

ORTAK REPERTUAR:

            Suzuki metodunda aynı enstrümanı çalan tüm öğrenciler için ortak bir repertuar oluşturulmuştur. Bu bütünlük, her bir öğrenciye grup derslerinde yer alma şansı verir, müzikal bir topluluk olma bilincini ve dostluğu geliştirmeye yardım eder ve ayrıca (daha önceden  öğrenmiş oldukları eserlerin en üst sırada kalması şartıyla) onlara yeni eserler öğrenme motivasyonu sağlar. Suzuki’nin çekirdek repertuarı CD, kaset gibi işitsel araçlara kaydedilmiş olarak ya da yazılı olarak yayınlanmıştır. Suzuki öğretmenleri bu repertuara bütün enstrümanların ortak olarak çalabileceği parçaları eklerler Suzuki metodunun yeniliklerinden birisi, başlangıç seviyesindeki öğrencilerin çalacakları eserlerin, profesyonel müzisyenler tarafından seslendirilmiş kaliteli kayıtlarını yaygın olarak elde edilebilir hale getirmiş olmasıdır. Suzuki, bilinçli olarak kendi zamanındaki müzik kitaplarında yer alan yönergelerin ve alıştırmaların çok büyük bir kısmına yer vermemiştir.

 

GRUP ÇALIŞMASI:

            Bireysel müzik derslerinin yanı sıra, Suzuki öğrencileri kalabalık grup çalışmaları içerisinde yer alırlar. İdeal olanı, haftada bir kez grup dersinde yer almalarıdır. Burada çocuklar, birlikte oynamanın getirdiği sosyalleşmeden ve diğerlerinin daha farklı ya da daha gelişmiş becerilerini gözlemlemenin yarattığıöğrenme ortamından faydalanırlar; kendi bireysel sesletişlerini geniş bir topluluğunkiyle bütünleştirmenin özgürlüğünü yaşarlar.

 

TOPLULUK KARŞISINDA ÇALMA:

            Bireysel derslerinin gözlemlenmesi çocuklara sadece topluluk karşısında çalma alışkanlığını kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda öğretmenlerinin düzenlediği topluluk konserlerinde yer alma ya da daha geniş ölçekteki bölgesel ya da ulusal organizasyonlarda çalma şansını kazandırır.

 

 

 

AİLENİN İLGİSİ:

            Suzuki Metodunu yürütmede aileler etkin bir rol oynarlar. Alışılageldiği gibi, bir engel olarak görülüp derslerden dışlanmanın aksine, özellikle ilk yıllarda ailelerin derslere gelmesi, notlar tutması ve çocuklarıyla birlikte uygulamalara katılması beklenir. Anne babaların enstrüman çalmaları gerekmez. Öğretmen, çocuklarına yardımcı olabilmeleri için gereken her şeyi onlara gösterir. Suzuki özellikle dinleme etkinliklerinin doğru olarak yürütülmesi aşamasında annenin önemini şöyle dile getirir:

 

Lütfen yeni parçalar öğrenmede çocuklarına yardım

edebilmeleri için annelere nota okumayı öğretin, ama

öğrencilere öğretmek için uygun yaşın ve zamanın

gelmesini bekleyin… Öğretmen önce müzikal notasyonu

anneye açıklamalı ve bir eserin notasını nasıl okuyacağını

öğretmelidir. Çocuk çoğunlukla kayıttan dinlemeli ve eğer

zorlanılan bölümler olursa, anne ona yardım etmelidir

(Suzuki, 2007).

 

 

 

 

 

ÇALIŞMA:

            Çocuklar kendi anadillerini her gün konuştukları için ustaca kullanır hale gelirler. Öyleyse müzik için de her gün çalışma yapılmalıdır. Elbette böyle bir sorumluluğu taşımak güçtür. Bunun bilincinde olan Suzuki çalışmanın gerekliliğini şu esprili sözlerle vurgulamıştır: “Sadece yemek yediğiniz günlerde çalışın.”

 

EĞİTİMLİ ÖĞRETMENLER:

            Suzuki öğretmenleri sadece bir enstrüman çalabilen kişiler değil aynı zamanda “öğretmek için eğitilmiş” kişilerdir. Öncelikle tüm Suzuki repertuarını öğrenip çalmakla yükümlüdürler, bunun yanında bu repertuar dışındaki pek çok eseri de çalmaları beklenir. Aynı zamanda çocuk gelişimi ve psikolojisi ve öğrenme güçlükleri gibi alanlarda da eğitim alırlar.

 

 

 

 

SEVGİ:

            Suzuki, “Nurtured by Love” (Sevgi ile Beslemek) adlı kitabında kendi metodunun geniş bir felsefi tanımlamasını yapmıştır. “Beslemek”; çünkü Suzuki müzikal becerinin bütün çocuklarda var olduğuna inanır; çocuğa bir yetenek kazandırıldığına değil, zaten var olan yeteneğin ortaya çıkarılmasına rehberlik edildiğine inanır. “Sevgi”; çünkü Suzuki metodunun amacı müzisyen yetiştirmek ya da çocuklara beceriler aşılamak değildir. Bu metodun amacı, anlayış, duyarlılık ve disiplinin bir araya getirildiği bir çalışma alanında ortaya çıkarılan çarpıcı ve şaşırtıcı sonuçları gözler önüne sermektir. Suzuki’ye göre bu farklı unsurları bir araya toplayan “yapıştırıcı” sevgidir.

 

 

 

 

 

                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ORFF YAKLAŞIMI

 

 

 

TARİHÇESİ

  1. Yüzyılın başları, dünyayı sarsan ve toplumsal yapıdan kültüre, bilim ve teknolojiden eğitime birçok alanı derinden etkilemiş bir zaman dilimine işaret eder. Daha iyi insan yetiştirme düşüncesi de yine eğitimin üzerinde durduğu önemli bir mesele olur. Carl Orff 1895 - 1982 yılları arasında yaşamış olan Alman müzik adamı, besteci, orkestra şefi ve müzik eğitimcisidir. Münih Akademisi'nde müzik eğitimi almıştır. Adıyla anılan eğitim yaklaşımını 1920'li yıllarda müzik ve dans pedagogu Günther'le birlikte çalışığı "Günther Schule" adlı okulda başlatmıştır. Bu yaklaşım Dalcroze'un öğretim yaklaşımından etkilenmiş, dans ve müzik, hareket ve müzik temeline dayanan felsefesiyle müziğin öğretilmesini benimsemiştir.

            1961 senesinde Salzburg'ta müzik öğretmenleri yetiştirmek ve kendi müzik eğitimi anlayışı doğrultusunda çalışmalar yapabilmelerini sağlamak üzere Orff Enstitüsü'nü kurar. Günümüzde yaklaşık 29 ülkede Orff Schulwerk derneği çalışmalarına devam etmektedir. Çocukların bedensel gelişimlerine paralel bir eğitim yaklaşımı olduğu için kolayca benimsenmiştir.

 

ORFF YAKLAŞIMI HAKKINDA

            Müzik eğitiminde yeni yollar arayan Orff, çocukların hemen kavrayabileceği en basit çalgılama biçiminin vurmalı çalgılar olduğunu, ilk çağlardan bu yana kullanılan vurmalı çalgıların müzik eğitiminde başlangıç olabileceğini, konuşma, hareket ve danstan kaynaklanan ilkel müziğin çocuk eğitiminin temelini oluşturabileceğini düşünür. Çalgıların tutma ve çalma kolaylığı, çocukların sadece söylerken değil dans ederken de kullanabilmelerine olanak tanımaktadır. Böylece hareket, dans, söyleme, seslendirme faaliyetlerinin hepsi bir arada yürütülebilmektedir. Orff, elemente müziğin sadece bir müzik olmadığını, hareket, dans ve konuşmaya bağlı olduğunu, bu yüzden katılımcıları dinleyici olarak değil, icracı ve eşlikçi olarak içine alan bir müzik formu olduğunu söyler. Orff yaklaşımı, çocukların sadece yetenekli olanlarının değil tümünün okul içerisinde sınıflarda yapılan aktivitelere rahatça katılabileceği bir modeldir. Bu yaklaşımda öğrenme, şarkı söyleyerek, çalgı çalarak, konuşma ve hareket etkinliklerinde bulunarak gerçekleştirilir. Aktif müzik yapma, müziğin içinde yaparak öğrenme, çocukların kavramsal ve duygusal gelişimini destekleyen yapısıyla bu yaklaşımın özünü oluşturmaktadır. Bu yaklaşım, bireyin gelişiminde çok özel beceri ve anlayışların ötesinde bir gelişim sağlamaktadır. Hoşgörülülük, yardımseverlik, sabır ve diğer işbirliği tutumları bilinçli bir şekilde terbiye edilmektedir. Topluluk içindeki etkileşimde duyarlılıkları ve farkındalıkları geliştirir, problem çözme, doğaçlama ve diğer çalışmalar liderlik becerilerini artırır. duyuşsal açıdan ise, sözel olmayan duyguların ifadesine olanak tanır, doğaçlama ve yaratıcılık etkinlikleri özgüven gelişimine katkıda bulunur ve gerginliğin ortadan kalkmasına sebep olur.

            Doğaçlama, yaratıcılık Orff öğretisinde önemli bir yer tutmaktadır. Ritimde, vücuthareketlerinden yararlanılmıstır. Her çesit davula önem verilmistir. O’na göre: ‘Çalgılar, doğaçlamaya ve yaratıcılığa olanak tanımaktadır. Çocukların, bireylerin; hareket oyunları, sarkı söyleme, vurmalı çalgılar, drama ile müziksel yetenekleri gelistirilebilmektedir. Orff öğretisinin özelliği, bireyin özgürce hareket etmesini, doğaçlama yapmasını, kendini müzikle ifade etmesine olanak sağlamasıdır. Her çocuk kendine ait ritim yaratır bununla kendini ifade eder sonra ses öğesi gelir. Ses en doğal çalgı aracıdır. Sesiyle taklitler yapar, oyunlar oynar. Özellikle çocuklar içinde yasadıkları düssel dünyayı oyunlarla dısa vururlar. Bu da müziksel anlatımın müzik eğitiminde oyunla birlikte kullanılmasının önemini ortaya çıkarmaktadır. Orff öğretisinde dil öğesi, ritmik heceleri tekrar etmede, ritmik eslikle söylenen kelimeleri bireyin aynen tekrar etmesinde önemlidir. Orff öğretisinde drama, düsünceyi beden diliyle sunumudur. Drama çalısmasıyla birey; gurup üyelerine saygılı olmayı, özgür olmayı, yaratıcılığını ön plana çıkarmayı, neleri yapıp neleri yapamadığını öğrenmis olabilmektedir. Doğaçlama ile sosyallesir, güveni artar, sevgi dolu olur, ritmik, estetik hareketlerle kendini gelistirir. Doğaçlama, Orff öğretisinde çalgılarla yapılmaktadır. Böylece birey, kendini müziğe vererek kendini ifade etme fırsatı elde eder.

 

ORFF ÇALGILARI

            Çocukların, Orff çalgıları ile yaratıcılıklarının gelişimi sağlanılır. Orff çalgıları; çelik üçgen, kastanyet, zil, tef, marakas, timpani, ksilifon, metalofon, ritim çubuklarıdır. Bu çalgılar ile çocuklar müziği daha iyi eğlenebilecekleri kosullarda yerine getirmis olurlar. Çünkü çocuklar bu çalgılara rahatlıkla dokunabilir, vurabilir, sallayabilir. Çocuklar, Orff çalgılarını kullanarak kendi kendilerine yaparak, yasayarak öğrenirler. Orff yöntemi ile birlikte müzik yapma sorumlulukları da artar. Müzik ortamında hayal dünyaları da geliserek, kendilerini ifade etme fırsatı bulurlar. Sarkılara çocuklar genellikle Orff çalgıları ile eslik ederler. Bu çalgıları kullanarak özgürce hareket edip, kisisel gelisimleri hızlanır.

            Orff; ağaç tuslu ve metal tuslu vurmalı ezgisel çalgıları tampere sistemine göre yeniden düzenleyip, ses alanlarını belirlemistir. Ses renkleri hem diğer çalgılardan farklıdır hem de çalma tekniğinin farklılığından dolayı müzik öğretiminde önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalgılar 4 – 5 yas gurubu çocukların bile çalabileceği çalma kolaylığına sahip olması (çocuğun yeteneğine göre) ile hemen çalabilmeleri, bildikleri melodiyi çalgıda bulmaya çalısmaları, tınıların dikkat çekici olması, yaratıcılıklarının gelismesinde rol oynamaktadır. Bu çalgıların ortak özelliği kolay çalınıyor olması, eslik yapmaya uygun olması, yaratıcılıklarını gelistirmeye yönelik ve her yasa uygun olmaları, akorda gerek olmamasıdır.

Orff yöntemi, müziği öğrenme ve öğretme metodudur. Bireye, çocuklara ayrıcalık yapmadan onların yeteneklerine göre enstrüman vererek öğrenmelerini, müzikten zevk almalarını sağlar. Orff, “Baslangıçtan itibaren çocuklar çalısmayı sevmezler. Oyun oynamayı ise çok severler ve onların ilgilerini çektiğimiz an, öğrenmelerinin daha da kolaylasacağını göreceksiniz’’ demistir.. Orff öğrenme metodunda öğrencinin öğrenmeye istekli olabilmesinde öğretmene büyük görev düser. Öğretmen derse sınıfın tamamen katılımını sağlayabilmeli, onları güdüleyebilmelidir.

 

 

 

 

 

 

 

Kullanılan Çalgılar

Ağaç ve Metal Grupta Bulunanlar

  • Ksilofon
  • Metalofon
  • Glockenspiel

Ağaç Grupta Bulunanlar

  • Kastanyet
  • Tahta Çubuklar
  • Guiro
  • Marakas
  • Cabasa
  • Tahta Agogo

Metal Grupta Bulunanlar

  • Çelik Üçgen
  • Metal Agogo
  • Shaker
  • Parmak Zili
  • Vurmalı Grupta Bulunanlar
  • Bongo
  • Davul
  • Trampet
  • Timpani

Üflemeli Grupta Bulunanlar

  • Blok Flüt

 

 

 

 

 

ORFF YAKLAŞIMININ UYGULAMASI

            Bu yöntem; ritim ve doğaçlamaya dayanan deneyimsel yöntemdir ve çocukların hoplama, zıplama, kosma ve sallanma vb. onların doğal buldukları ritimler üzerine kurulmustur. Sarkılarla yaratıcılıklarını kullanarak, doğaçlamayla vücut hareketleriyle dans etmektedir. Böylece kendilerine güvenleri artmaktadır. Bu yöntemin en önemli özelliği, çocukların ilgisini çekmesidir. Çocuklar oynayarak, hareket ederek, sarkı söyleyerek yaratıcı etkinliklerde bulunurlar. Onlara yol gösterme tercih edilir. Öğretme tercih edilmez. Bu yöntemde ilk olarak duyduklarını, hissettiklerini bireysel olarak, sonra ise toplu olarak ifade ederler. Bu da bireyin kendine olan özgüvenini kazandırır. Geleneksel müzik öğretiminin yapıldığı sınıflarda öğrenciler genel olarak sıralarda hareketsiz oturmakta, öğretmen anlatım yapmaktadır. Öğrenciler pasif alıcıdır, çalgılarda çesitlilik azdır. Geleneksel müzik öğretiminde bilgiden müziğe gidilir. Oysa ki müzik öğretiminde kullanılan aktif öğrenme yöntemlerinden biri olan Orff yöntemiyle; bireyler etkilesim içindedirler, öğretmen rehberlik etmektedir, öğrenci arastıran, kesfeden, öğrenmeye uğras veren durumundadır. Beden dili ritmik eslikte önemli yer tutar. Bunun için doğaçlamaya, oyunlara yer verilir ve yaratıcılığın gelistirilmesi ön plandadır. Orff öğretiminde birey yaparak, yasayarak öğrenir, fikirler üretir, sorunlara çözüm bulmayı düsünür, öğretmen rehber edici konumdadır, yanlıs yapmaktan korkmaması gerektiğini vurgular. Orff çalgıları özellikle 4-5 yas grubu çocukların rahatlıkla çalabilecekleri kolaylığa sahiptir. Orff yöntemini uygulama esnasında; ilk olarak, Orff çalgılarını öğretmen sınıfa dağınık olarak yerlestirir. Çocuklara yapacakları çalısma anlatılır. Piyanonun basında duran öğretmenin anlattığı hikaye anında, hikayede geçen canlandırılması gerekli durum için çocuklardan birine o sesi çıkarabilecek Orff çalgılardan birinin yanına gitmesi istenir. Çocuk bu durumda o sesi verebileceğini düsündüğü, hayal ettiği Orff çalgısının yanına gider. Diğer çocuklar ise arkadasını dikkatli bir sekilde izlerler. Sözgelimi bu çalgılarla; hikayede olan yağmur sesini, çocuğun birden kosarken yavaslamasını göstermesi vb. olabilir. Müzik öğretiminde, Orff yöntemi kadar mevcut olan diğer öğretim yöntemleri de önemli bir yere sahiptir. Bu yöntemler bireyin bilgiyi kendisinin kesfetmesine, değisik çalgılarla birlikte vücut dilinin kullanılmasına olanak vererek öğrenilenleri kalıcı hale getirmeye, daha zevkli ve eğlenceli ders ortamları olusturmaya yardımcı olmaktadırlar. Müzik Eğitimcileri bu yöntemleri iyi bilmeleri ve kullanmaları durumunda hem bireyin daha kalıcı öğrenmesini sağlayabilirler hem de müzik derslerini zevkli hale getirebilirler.

 

 

 

KODALY YAKLAŞIMI

 

 

 

FELSEFESİ

            Macar besteci ve eğitimci Zoltan Kodaly (1882-1967)’nin hazırladığı bu yönteme göre, çocuğun müzik eğitiminin doğuştan itibaren başlaması esastır. İki-üç yaşlarındaki çocukların temel müzik kavramlarını şarkı söyleme, dans etme, değişik biçimlerde el çırpma ve oyunlar yoluyla kazandıkları bilgi ve beceriler, daha çok kulak eğitimi ve şarkı söylemeyle ilgilidir. Kodaly prensiplerinin merkezinde çocuğun kendi ülkesinin folk müziği ile şarkı söylemeyi öğrenmesi vardır. Bir sesin algılanmasından, duyulan notanın veya aralığın yazılmasına kadar uzanan bu yöntemde, el işaretleri ve nota isimlerinden oluşan heceler kullanılır. Aynı zamanda enstruman öncesi hazırlık eğitimi niteliği taşıyan bu yöntemde öğretmen ve aile iş birliği önem taşımaktadır. Kodály, özellikle küçük çocukların eğitimleriyle ilgilenmiş olup, eğitimin, mümkün olan en erken yaşta başlaması gerektiğine inanmıştır. Kodály, geliştirdiği yöntem ile, çocuğun doğal gelişimine odaklanan bir yaklaşım sergilemiş, çocuktaki bilinen olgulardan yola çıkarak, okul öncesi döneminden başlayan sürece odaklanmış, ve devamında da müzikal açıdan “okuryazar” yetişkinlere ulaşmayı hedeflemiştir. Müzikal açıdan “okur-yazar” olmuş bir birey, çevresindeki sesleri duyar, ayırt eder, düşünür, sembolleri okur ve yeni sesler üretir. Bu bağlamda, Kodály, “müzik herkes içindir” felsefesini takip ederek, herkesin müzikal açıdan “okuma-yazma” bilen bir birey olması gerektiğini savunmuştur.

 

 

 

TARİHÇESİ

 

 

KODALY YAKLAŞIMINDA KULLANILAN YÖNTEMLER

BAĞIL SOLMİZASYON

            Bağıl solmizasyon (bağıl solfej) hareketli do sistemi olarak da kullanılmaktadır. Hareketli do sistemi ya da bağıl solmizasyon da do majör dışındaki diğer majör tonlardaki müzikler do majöre; la minör dışındaki diğer bütün minör tonlarda minöre aktarılarak solfej yapılır. Bu durumda öğretilecek parçaların; biri mutlak tonu, diğeri de bağıl tonu olmak üzere iki solfeji bulunur. Nahtar ne olursa olsun bütün şarkılar sol anahtarına göre okunur. Bağıl solmizasyonu ‘’Okulumuz Şarkısı’’ ile örnekleyecek olursak, re majör tonundaki notaları mutlak solmizasyonu, do majör tonundaki notaları ise bağıl solmizasyonu oluşturur.

FONOMONİ (EL İŞARETLERİ)

            Kullanılan el işaretlerinde amaç, tonal hafızayı daha çabuk ve daha emniyetli bir şekilde ortaya çıkarmaktır. Kodaly yönteminde el işaretleri bel hizasından başlayarak baş yüksekliğinin biraz üstüne kadar kullanılır. Bu aralık içinde her bir sesin aşamalı olarak farklı el yüksekliği ve işareti yer alır. Müzik öğretiminin işitme eğitimi, şarkı öğretimi, solfej yapma, iki sesli çalışmalar yapma, dikte çalışmaları boyutlarının hazırlık, tekrar, alıştırma, pekiştirme amaçlı etkinlikleri fonomimi denilen bu el işaretleri il gerçekleştirilir. Fonomimi ile çocuklar küçük yaşlardan başlayarak seslerin yüksekliğini somutlaştırırlar, melodiyi içten duyarak doğru bir entonasyon ile müzik okumayı öğrenirler ve müzikal bellekleri gelişir.
Çocuk tarafından sadece bir el (yazma eli) hakim el kullanılmalıdır. Her iki elin de kullanılması için alıştırma yapılmaz. Normal koşullarda sağ elini kullanan ve ilk sağ eliyle şarkı söyleyen çocuk, her iki elini kullanan çocuktan daha çabuk ve daha emniyetli bir şekilde tonal dokuları öğrenir. Ancak öğretmen, iki ayrı perdeyi göstermek için her iki elini kullanabilir. Ya da iki sesli çalışmalarda iki ayrı grubu bu şekilde yönlendirebilir. Ya da akor değişimlerini iki eliyle gösterebilir.

 

 

 

RİTİM SÜRESİ HECELERİ

            Ritm süresi heceleri süre değerlerinin kavratılmasında başlangıçta kalıp olarak öğretilir. Ritm süresi heceleri ritm çubukları denilen nota başı olmayan çubuklar kullanılarak okunur. Ritm süresi heceleri aşağıdaki ritm çubukları ile kavratılır. Çünkü ‘’Ta’’yı bağıl bir süreden çok, bir isim gibi öğrenmişlerdir. Eğer çocuklar, ritmik motifleri, seslendirilmiş olarak (perdeler üzerinde) öğrenirlerse hata oranı daha az olur. Kodaly yaklaşımında ritm, bir dizi heceyle ifade edildiği gibi, vuruş üzerinde bağıl süreler ve dokular ile öğretilir. Kodaly sınıflarında çocuklar heceler sistemiyle ritm okumaya başladıktan sonra gerçek ritm değerleri öğretilmeye başlanır. Gene çocuklar rahatlıkla ritm sürelerini okumaya başladıklarında bu öğretim şekli terk edilir. Yöntem, farklı ülkelerde uygulanırken, dilden kaynaklanan zorlukları yenmek için hecelerde bir takım değişiklikler yapılabilir. Sözgelimi, Macarca’da ‘’r’’, yuvarlak ve ritmik bir sestir, ama İngilizce’de zor bir sestir ve ritm akışını engelleyeceği düşünülebilir. Bu heceler şarkılardan alınmış motifler ve dokular (modeller) kullanılarak öğretilir. Matematiksel değerlerden çok ses ve ses bağlantıları olarak düşünülürler. Çocuklar,, süre heceleri ve ritm oluştururlarken, her sesin bir sonraki sese kadar devam etmesini sağlamak son derece önemlidir. ‘’Ta’’ dörtlük notayı temsil eder. 2/4’lük bir ölçüde ‘’Ta’’ bir vuruş boyunca sürmelidir.